Cerrahi ve Kompresyonun İyileşme ve Nüks Üzerine Etkisi (ESCHAR) çalışması cerrahi olarak tedavi edilen varis yarası olan hastaların, sadece kompresyon tedavisiyle tedavi edilen hastalara kıyasla anlamlı derecede azalmış yara nüks oranı gösterdiğini bildirmiştir. EVRA (Early Venous Reflux Ablation ulcer trial) çalışması İngiltere’de 20 merkez ve 450 hasta üzerinde yapılmıştır. Hastalar kompresyon + damar içi tedavi ve yalnızca kompresyon (kontrol) olarak iki gruba ayrılmıştır. 24 hafta içinde yara iyileşme oranı ve ülser tekrarlama oranı damar içi tedavi lehine farklı bulunmuştur. Bu çalışma gruplarının uzatılmış üç yıllık takibinde erken girişim ile ülser iyileşme hızının arttığını, ülser nüksünün azaldığını ve toplam maliyetin azaldığını göstermişlerdir.
Delici (Perforan) toplardamarlar yüzeysel ve derin sistem arasında bağlantıyı sağlarlar. 3.5 mm üzerinde çapı olan, iyileşmiş veya aktif yara altında yerleşmiş damarlar ülser iyileşmesini önleyebilir. Bir grup hastada yakınmalar düzelmez ve ülser iyileşmesi sağlanmazsa bu delici damarlara yönelik girişim yapılmalıdır. Siyanoakrilat yapıştırıcı ve lazer bu damarların tedavisinde en etkin yöntemler olarak görülmektedir.
Miniflebektomi
Bizim kalp damar cerrahisi asitanlığına bağladığımız ilk yıllarda varisli damarlar aşağıda gösterilen şekilde çok büyük kesiler ile yapılırdı ve ciddi bir estetik sorun yaratmaktaydı.
1988 yılında Zoltan Varady adlı bir hekim kliniğimizi ziyaret etti ve kendi geliştirdiği tığ benzeri aletler ve küçük kesiklerle varislerin çıkarılması tekniğini tanıttı.
Hasta ayakta iken öncelikle tüm varisler işaretlenir. İşlem hemen daima lokal anestezi altında yapılır. İşlem sonrası dikiş atılmasına gerek yoktur ve hiç iz kalmadan iyileşir.
Açık cerrahi ile varis tedavisi
Varis tedavisinde yarım yüzyıl boyunca standart yöntem olmuştur.
İşlem genellikle belden veya genel anestezi altında yapılır. Hastanede yatış gereklidir. Kasıktan ve diz bölgesinden yapılan kesiler ile damar bulunmakta ve çıkartılmaktadır. Damar için tedavileri ülkemizde 2005 yılından başlattıktan sonra bu metnin yazarı açık cerrahiyi hiç uygulamamaktadır.
Klippel Trenaunay hastalığı
Klippel Trenaunay hastalığı ilk defa 1900 yılında Klippel Trenaunay tarafından olarak tanımlanmıştır. Nadir görülen doğuştan bir hastalık olup şarap lekesi tarzında cilt bulguları, varis benzeri damar genişlemeleri, iskelet ve yumuşak doku büyümesi ile karakterizedir. Klippel Trenaunay hastalığı doğumda veya erken bebeklik döneminde tanınır. Kesin tedavisi olmasa da lazer tedavisi + köpük tedavisi ile kısmi düzelme sağlanabilmektedir.